Yüksek bir yere çıkmış maymun, aşağıda bulunan köpeğe doğru uzanıp kuyruğunu çekip saklanıyor. Sağa sola bakan köpek çevresinde kimseyi görmeyince kendinden şüphelenerek orada durmaya devam ediyor.
Maymun, köpekten tepki anlayınca bir süre sonra köpeğin kuyruğuna gene aynı muameleyi yapıyor.
Maymunu karşınıza çekip; “Niye durup duran köpeğe böyle yapıyorsun, sana ne zararı var yapma, yanlış, ayıp” deseniz, üstüne üstük ölümlü davranışa güdülemek için muz verseniz bile gene anlatamazsınız; maymun gene yapacağından geri kalmaz.
Bu birşeymi;
Bu maymunların, durduk yere parmak atıp kaçan cinsleri bile var.
Bunu da anlatamazsınız.
Aranızda maymun şaka yapıyor deyip maymunun yaptığını normalleştirenler çıkabilir. Böyle düşünenlere, özellikle ikinci şakanın maymun tarafından yapılması sonucunda aynı pozitif yargıyla düşünmesini dilerim.
İster şaka yapsın, ister güdüsüyle yapsın, şaka yapsa bile yaptığı şakayı eşek şakası gibi olarak algılasak ta; maymun maymundur yaptığı şaka ise eşek değil maymun şakasıdır.
Maymuna “niye böyle yapıyorsun?” diye sorup cevap alma şansınız olsa; “yaratılışım böyle, fırlamalık ta parayla değil, değişmem, değişemem, değişmekte istemem” haklı cevabını alırdınız.
Alın size hayvanlar aleminden bir örnek daha:
Deve kuşunu bilirsiniz.
Hani, kuşun deveye benzeyen ve kuş olupta tavuk benzeri uçamayan, bir tehlike halinde o tehlikeyi görmezlikten gelmek; kendini güvende hissetmek için kafasını bir çukura veya kuma gömen hayvan.
Bir aslanın onu kovaladığını, onun da fıtratı gereĝi kafasını kuma gömdüğünü düşünün.
Yanına gelip, muhafazda olduğu için görünmeyen kulaĝına eĝilip; “ya kardeş, sen görmeyince gerçek yok olmuyor” deseniz de onun fırsatı gereĝi sonuç değişmez.
O değilde aslında ben aslanın yerinde olmak;
Kafasını kuma sokunca karşısında bacak bacak üstüne atıp, bir kahve söyleyip sabır ve keyifle kahvemi höpürdete höbürtdete içip, (o kafa elbette toprak altında misafir kalmayacak) tehlikenin geçtiğine inanıp kafasını çıkarıp göz göze geldiĝimizde, göz kırpıp “Ne oldu len!” demek isterdim.
İnsanların aleminde de durum çok farklı değil;
Felsefecilerin bulunduğu bir toplantıda, felsefecinin birisi; “hayatta herşey gördüğümüz için vardır” savını öne sürüp, karşı sav sunanlara dabir güzel savunur.
Bu yoĝun tartışılmanın verdiği gürültüde felsefecinin biri söz alır:
“Madem öyle gözlerini bağla da otobandan karşıdan karşıya geç bakalım, ne olacak” der.
Ve, bu keskin meydan okuyuş kokan örnekle de tartışma biter.
Felsefecinin, bu meydan okumaya meydan okumayla karşılık vermediğini varsayıyorum; yapmışsa da zaten başka bir savı savunup, sava karşı durma ve kendisiyle ilgili bu örneĝi okuma şansı da yok!
Buradaki tartışma güzel bir örnekle bitmiş te;
“bir delille bin alimi ikna ettim de bin delille bir cahili ikna edemedim” sözünü doğrular nitelikte ne yapsanız doğruyu ikna edemediğiniz insan tipleri vardır.
Dört arkadaş, bir arkadaşa, Dünya’nın uydusu Ay’ın bir tane olduğunu, dört tane görülmesinin sebebinin sayısıyla değil konumuyla alakalı olduğunu onun söylediği gibi dört tane olmadığını dört tane görüldüğünü ne kadar uğraşsakta anlatamadık.
Her verdiğiniz örneğin karşılığında karşı sav bildiren soru belli:
Madem sizin söylediğimiz gibi bir tane de niye dört tane görünüyor?
Adamı, ” galaksinin tepesine çıkarıp al say bakalım kaç taneymiş” deme şansınız da yok.
Öyle bir şansınız olsa bile; “kendinizi haklı çıkarmak için yanlış galaksiye çıkardınız beni” der, ona bile kendince haklılık payı bulur.
Gereksiz, sulu bilimsel tartışmayı daha fazla sulandırmak, biraz da intikam almak için, “aslında beş tanedir. Beşincisinin çok gizli görevi olduğu için çok gizli o yüzden onu da sen de ben de göremiyoruz” deyip onu beyin dumuru psikolojisine kilitleyip; sonra da, Ay’ın kaç tane oldugu ile ilgili sorunun, Ay’la onun arasında olduğunu, bu sorunu kendileri halletsinler diye düşünüp tartışmayı bitirdiğimi aklıma geldikçe muzipçe gülerek hatırlıyorum.
Bu olayda ikna çalışması kişilerin kapasitesine bırakılıp tartışma bitmişse de; bir de akrabalık bağınızdan veya mesleğiniz gereği ikna etmek zorunda olduğunuz, kişiler ve durumla da olabiliyor.
Alın size akıl zorlayıcı oldugu kadar gerçek bir örnek daha:
Kendinin ölü olduğunu zanneden tımarhanadeki delilerden biri ne yemek yiyor ne su içiyormuş.
Neden yiyip içmediği sorulduğunda ise verdiği cevap; “neymiş efendim, o, ölüymüş ölüler yemez içmezmiş, gezmezmiş.”
Bunu söylerken, konuştuğunu, ölülerin konuşamadığı ve yaşayanların duyamadığı halde konuştuğunda karşıdakinin duyamadığı ayrıntısını lütfen bir kenara bırakalım.
Bu akıl hastasına karşı uygulanan, tek doktorun tedavi metotları işe yaramayınca; yoğun bir tedavi uygulanması için doktorlardan bir ekip oluşturulur.
Doktorlar, ölü olmadığını bin bir örnekle anlatmaya çalışsalarsa da nafile, uzun süre başarılı olamamışlar.
Doktorlardan birinin aklına son çare olarak tıp ilmine biraz aykırı olsada bir fikir gelmiş; bu fikri uygulamadan önce de hastaya sormuş:
-Ölünün bir tarafı kesildiği zaman kesik tarafından kan akar mı?
-Bunu bilmeyecek ne var, ölü ölüdür, yaşam fonksiyonları bittiği için kan akmaz.
Doktor, beklediği bu cevabı duyar duymaz, sakladığı toplu iĝneyi çıkartıp delinin eline batırmış.
Delinin elinden, batan iğnenin etkisiyle kan sızmaya başlayınca da, “Hadi buyur ölüsün madem, ölüden de kan gelmez dedin, bu akan kanı açıkla” diye delinin gözlerinin içine gözlerini kilitleyerek sormuş.
Elinden akan kana şok, hayret ve şaşkınlık ifadesiyle bakan deli; şoku atlatıp; hayret ve şaşkınlığı geçtikten sonra;
“İlk defa görüp, öğreniyorum, demek ölüden de kan akarmış” demesin mi!
Delinin, o esnadaki psikolojisini bir kenara bırakın bir doğruyu sadece tek, keskin örnekle kanıtlayacağını kafasında senaryolaştıran doktorun psikolojisini düşünmenizi rica edeceğim.
Ben düşünmektense, doktorun yerinde olmayı yeğler; diplomamı yakma pahasına hipokrat yeminini bir kenara bırakır, kırılmaz meşe odununu iki elimle alır, ölünün acı çekip çekmediğini de öğrenmesi için vücudunun en hassas yerlerine yoruluncaya kadar, odunla delinin vücudu bağlantılı yakın temas içeren ayrı bir teorik çalışma yapardım.
Veya;
Hastanenin bahçesine bir mezar kazar; “madem ölüsün ortalıkta ne işin var gir ulen mezara gömelim” der, bu yaptığıma karşılık vereceği cevap ta mezara girmek istememesi olursa ki öyle olacaktır, kendince ne kadar mantıklı yorumu olsa da dinlemez, kendim mezara iterdim.
Aslına bakarsanız problem bu tür insanlara laf anlatanlar da!
Maymun, deve kuşu neyse, adı üstünde maymun ve devekuşu; doktorda mesleğinin gereğini yapıyor veya yapmaya çalışıyor da;
Bizim esas takılmamız gereken canlı türü, insanlar;
Akıl sağlığı açısından normal olsa da, bazı insanlar ise fıtrat olarak baştan aynı olsa bile ilerde bir şekilde fıtrat erozyonuna uğradığından onun için harcayacağınız nafile çabalarınızı uzaktan izleyenler ilk önce sizi garipser; çabalamakta ısrarcı olursanız da zamanla siz de fıtrat erozyonuna uğrarsınız!
Hani bir söz vardır:
“Laf anlamayana laf anlatmak kelime israfıdır.”
Yazımda ifade etmek istediklerimi ifade ettiğimi anlattığıma varsayıp gerisini sizlerin taktirinize bırakarak daha fazla kelime israfı yapmamak adına yazıma son veriyor;
Her zaman sağlıklı ve huzurlu olmanız dileğiyle saygılarımı sunuyorum!
Tarihçi Gazeteci
Hasan BARIN