Şehit annelerine, savaş gazisi bacılarıma, tüm annelere ithafen;
Kadın denilince beynimde ilk cağrışım yapan anne kelimesidir!
Prof Leo Buscaglia sınıfa girer, öğrencileriyle kısa süreli hal hatır sorma girişgahından sonra, öğrencilerinin, anlatıklarını beyninde canlandırmasını isteyerek derse başlar:
“Bir insan düşünün, acıkıyor ağlıyor, canı sıkılınca ağlıyor, tuvalet ihtiyacı olduğunda tuvaleti hiç kullanmıyor, nerede olursa olsun hemen oracıkta tuvalet ihtiyacını gideriyor. Gecenin bir yarısında uyanıp, ağlayıp sızlayarak sizi sabaha kadar uyutmuyor, ortalığı kırıp döküyor; konuşarak anlatma, bir orta yol bulmak, sorunu çözüme ulaştırma gibi bir derdi yok, dediği olmadı mı, oluncaya kadar bağırıp çağırarak, kırıp dökerek terör estiriyor.
Şimdi benim şu soruma cevap verin:
“Böyle bir insanı sever misiniz?”
Öğrencilerin hepsi de, “tabiki hayır” diye cevap verir.
Beklediği hayır cevabını alan Leo Buscaglia, “bu dediğim insanın aynısından benim evde bir tane var; bu insan benim altı aylık kızım diye cevap verir, bunların hepsini yapmasına rağmen ben de eşimde onu çok seviyoruz.
Ben arada onun yanından uzaklaşıyorum ama eşim bu yaptıklarına sürekli maruz kalıyor; işin garip tarafı, çocuğumuzu o benden daha çok seviyor.”
Buscagia’nın bu anısını okuduğumda da aynı şeyi düşünmüştüm; bu yazıyı yazarken de aynısını düşünüyorum:
Analık ne garip şey!
Kendi hayatını bir kenara bırakarak, başkasına ait hayatı yaşayarak, kendi hayatını yaşıyormuş gibi yaşayadığını zannedip yaşamak!
Bir Biyoloğun; “bir canlının esas amacı kendine benzeyen varlıklar dünyaya getirmektir; bunu gerçekleştirdiğinde biyolojikman ölmüştür” sözünü doğrular; bir filozofun ise, “bir insan nasıl olurda kendinden başkasını sever” sözünü yalanlar tarzda farklı tarzda ve frekansta garip bir yaşam.
Uzmanlar, orta yaş seviyesine gelmiş bir insanın bile, fiziki, ruhsal gücün; zeka seviyesinin, hastalıklara karşı direncin, bebeklik zamanında aldığı ana sütüyle bağlantısı olduğunu söylüyor.
Yani, bebekken aldığımız doğal doping taaaa ölünceye kadar etkiliymiş.
Kim bilir belki öldükten sonra da etkili olacak!
Ölüm deyince;
Ölüp gömüldükten sonra bile öldüğümüzü bize haber veren imam, mezarımızın başında babamızın adıyla değil, anamızın adıyla bizlere seslenecek.
Ana baba deyince, baba olan erkek toplumda daha güçlü gibi görünse güç ve dayanıklılık karşılaştırmasına gelince;
Erkek üstün cinsiyettir diye övünsekte; araştırmalar, kadının sabır, acı, hastalık eşiğinin erkeklerinkinden daha üstün olduğunu söylüyor.
Peki, bu mantıkla Dünya’yı esas yönetenler kim oluyor!
Gezegenimiz Dünya’ya gelen erkeğin ismi bile, kadın vesilesiyle anılmıyor mu?
Havva Anamızın Dünya’ya getirdiği nesiller olmasa Adem Babamızın; annelerimiz olmasa babalarımızın ismini anar mıydık; peki bizim isimlerimiz anılır miydi?
Bilimsel deney gereği; en fazla iki yaşındaki çocuk, ses geçirmeyen duvarları aynı renge boyanmış, içeriye, kamera ve hoparlörlerin gizlenmiş olduğu bir odaya, annesinin kucağında getirilip annesi tarafından bırakılıyor, annesi odadan çıkıyor ve kapı kapatılıyor.
Annesi tarafından kısa süreli tetkedilip yalnız kalan çocuk, belirli bir süre sonra huzursuzlanıp ağlamaya başlıyor.
Diğer odada bulunan bebeğin durumunu izleyen araştırmacılar, çocuğu bırakıp yanlarına gelen annenin kalbine mikrofon yaklaştırılarak, kalp atışları hazırlanan düzenekten çocuğun yalnız kaldığı odadaki hoparlörine veriliyor.
Panikleyip, ağlayan çocuk, anne karnından dokuz ay alışık olan sesi duyunca; önce paniği, sonra ağlaması kesilip, gülümsemeye başlıyor.
Bu deney birden fazla çocukta kullanılır, her seferinde aynı sonucu veriyor.
Bir insan 2.5 tonluk yükü kaldırabilir mi?
O insan anne ise, çocuğu, 2.5 tonluk arabanın altında kalmışsa kaldırır!
Kaldırmışta!
Annenin insanüstü bir varlık olduğunu açıklayacak o kadar çok bilimsel örnek var ki; yazmakla bitmez.
Gerçekte olsa, çok acı örnek olacak ama;
Çok sevdiği aylarca vücudunda taşıdığı varlığı toprağa verip; bağrına taş basıp o acıyla yıllarca yaşayacak kadar güçte olan da anne!
Ananın bilmem kaç sene önce emzirdiği sütü helal etmem demesinin sözlü silah olarak etki derecesi; babanın, babalık hakkımı helal etmem demesinden daha etkilidir.
Hiç düşündünüz mü?
Peki biz anneye neden bu kadar bağlıyız!
Bir sebebi yukardaki örneklendirdiğim dokuz aylık etkileşim haricinde;
Doğar doğmaz en çok hoşumuza giden, en çok güvende olduğumuz anlar annemizle beraber olduğumuz anlardır.
Yürümeye başlayınca annemiz nereye giderse küçük bir gölge gibi biz de oraya gideriz; biz nereye gidersek arkamızda kocaman bir nefes ve gölge olarak ta o!
Bize en çok dokunan annemizdir. Doğar doğmaz emzirirken doyurur; daha yürüme esnasında elimizden tutar, sever.
Anne otoritedir de;
Bakın, dikkat edin en çok babamızdan değil annemizden şamar yemişizdir. Hatta şamar menzilinden uzaklaştığımızda, daha uzun menzile sahip terlik, süpürge gibi daha teknolojik silahlarını kullanır.
En delikanlı, kızdığı zaman yağıp gürleyen erkeklerin, eşinin karşısında süt liman olmasının sebebi es ile annenin hemcins olması, ve bununda, bir noktadan sonra anne otoritesini hatırlatması olabilir.
Bu psikolojik saptamadan sonra tekrar konuya döneyim,
Ne diyordum, anne mutlaka dokunur;
Kaçışınız yoktur; öyle ya da böyle hoşunuza gidecek veya gitmeyecek şekilde ne yapar yapar yavrusuna dokunur.
Bu dokunmalar da anneye bağlılığımızı arttırır.
En azından ben de öyle oldu:
Annemin;
Vursun diye yaptığım şımarıklığıma dayanamayıp haklı olarak attığı tokatın, elleriyle yanağımın simetrisinin orantısız olmasından kaynaklı; yanağımla avucu arasında sıkışan havanın kurtulma esnasındaki çıkardığı avuç içindeki havanın sesi bana ninni gibi gelir; yanağımdan gelen tokat sesini benim kulağıma ulaşmadan o ses, mistik bir ninnin melodi havasında kalbime çoktan ulaşır.
Daha düne kadar;
Tokat menzilinden uzaklaştığımda, menzil ve etki gücü daha teknolojik olan attığı ama isabet ettiremediği terliği alıp ona vererek: “Bak şimdi tekrar yerime geçiyorum, bu kez daha iyi nişan alarak dikkatli at” deyip bol şans diledikten sonra bunu bana isabet ettirinceye kadar defalarca tekrarladığımı gülümseyerek hatırlıyorum.
Bir baba evlenecek kızına mektup yazar, mektubu sık sık oku diye de kızına tembihler. Mektupta üç öğüt vardır, bu öğütlerden birincisi:
Sakın eşin annesiyle kavga etse bile eşinden yana olma, hep annesini savun; iyi niyetli de olsa annesini eleştirme. Anne bir erkeğin ilk aşkı ve yaşayan en kutsal değeridir, o esnada seni hoş görebilir ama ilerde ilk aşkına, en kutsal değerine saldırı olarak algılar; bu saldırıyı da kötü duygu olarak besleyip, potansiyel silah olarak en yakın zamanda kullanmak için saklar.
Bu da, evlenecek olan kızlarıma benden bir hatırlatma olsun.
Anne kelimesi anlam olarak evrilerek yaşamımızda her şeyin başlangıcı, en önemli yer anlamını da almıştır: Anayurt, anayol, ana fikir, topraklarımızın en çok bölümünün yer aldığı Anadolu gibi!
İnsan, annenin yetiştirdiği, yetiştirebildiği kadar insandır!
Bütün bilimsel açılardan üstünlüğü tartışılmaz olduğundan olsa gerek;
Ne demiş erkek filozof; Dünya’yı erkekler yönetir, erkekleri ise kadınlar!
Anne denilince yazılacak o kadar çok şey var ki, kitaplar yetmez!
Yetmemişte!
Özellikle canlarını vatan toprağı için vatan toprağına veren hakkı kesinlikle ödenmeyecek Şehit Analarımızın, ölümü hiçe sayarak cephede savaşan Hanım Gazilerimizin gününü kutlar her birinin ellerinden öper; vefat etmiş bütün annelere Rabbim’den rahmet niyaz eder;
Yaşayan tüm annelerin anneler gününü kutlar ,uzun can sağlığı diler
Bütün, kadınların, annelerin, anne adaylarının anneler gününü şimdiden kutlarım.
Sağlık, huzur, saygıyla ve en başta da anne kokusu tadında kalın!
Hasan BARIN Alioĝlu
Gazeteci Tarihçi Araştırmacı Yazar